Bu seneye ait güzel bir yıllık izin geçirdim.Belki kusursuz
bir yıllık izin olmamış olabilir ama garip, gizemli ve güzel geçti diyebilirim.
Gelelim işin detaylarına,
Biz yıllık iznimizi toplu olarak alıyoruz ki, bunu açıkçası
pek kabul etmiyor, rahatsız edici buluyorum şu aralar. Neden derseniz, tatil demek illa Yaz mevsimi demek mi
oluyor?Yani, inatla sıcak bir mevsimde mi tatil yapmak gerekiyor?
Denize girip, üzerime 50 yada 80 faktörlük kremi sürüp
photoshop gibi yeni bir layer oluşturmam mı gerekiyor?
Sıcakta yanmamak için klimaların altına sığınıp, yine
oralardan mevsimin en sıcak elementi olan ateşli bayanların üzerinden yükselen
o sıcak hava dalgası ile, bir peynir gibi erimem mi gerekiyor?
Kısacası, illa Yaz mevsiminde mi tatil yapması gerekiyor bir
insanın?İşin aslına bakacak olursanız, ben bir haftalık bir Kış tatiline bile
hayır demem.Çünkü ortada bahane edecek bir etken bulamazsınız.
Havuz derseniz,
kapalısı vardır her zaman. Klima derseniz, tam tersi şömine yada kalorifer
vardır ısınmanız için. Dışarı çıkıp sosyalleşmek mi dediniz, kışın bile aktif
ve sosyal olabilirsiniz, güzel bir bayanla şömine önünde yada jakuzi de
kaliteli bir şarap ile kısa sohbetin üzerine.
Yaz mevsiminde tatil yapmaktan sıkıldım. Fazla yapmacık
olmaya başladı, hele ki bizim ülkemizde daha da yapmacık oldu, benim görüşümce.
O kadar güzel ve eşsiz doğal güzelliklerimiz var iken, bir delinin sahile taş
atıp da 40 akıllının oraya gidip sözüm ona tatil yerine kendilerini gösterme
temalı tatil yapmaları bana hiç de tatil ruhunu yansıtmıyor. Gerçi herkesin
tatili de, zevkleri gibi farklıdır, yorum yok bu konuda.
Gel gör ki, bende garip bir yıllık izin geçirdim. Normal
tatilimi geçirdiğim gibi, çok enteresan ki, komşum ile birkaç gece yapmış
olduğumuz film geceleri yüzünden, kendimi bir anda Nazileri araştırır iken
buldum. Tatilimi yapar iken, aynı zamanda tüm 2. Dünya Savaşı’nı ve ilgili
filmlerini izlerken buldum. Nasıl bu kadar zaman ve efor harcayabilmiş ve
üzerine hala tatilime devam edebilmişim, gerçekten bravo bana.Bunların üzerine ek olarak, bir film var ki, bütün tatilime damga vurur gibi son dakika golü attı bana.
Filmler derken, birkaç film değil, ağır filmleri izledim
resmen. Pearl Harbor saldırısı filminden tutun da, Çöküş ve Piyaniste, hatta
yanında, Er Ryan’ı Kurtarmak, Schindler’in Listesi, Kapıdaki Düşman ve ValkyreOperasyonu’na kadar ne kadar ağır film derseniz izledim. Ha izlemediğim ve
gözümden kaçan var ise haber verin de onları da izleyelim. Keşke, sadece
filmler ile kalabilse idim, üstüne birde yapılmış ve çekilmiş olan belgeselleri
de izleyince, tatilin tam orta yerinde bir gece kendi kendime “1. ve 2. Dünya
Savaşları’nda, insanlık neler çekmiş? Biz insanoğlu neden bu kadar öteye
gitmişiz?2. Dünya savaşı, neler almış ki hiç bir şey verememiş insanlığa? İnsanlık
birleşmeli geleceği için, çünkü bir savaş daha yaşarsak, bir sonrakinde gerçekten
de taş ve sopa olacak elimizde.” Dedim, geleceği daha barışçıl ve temiz
görebilmek için.
Peki sonra ne oldu? Ne alaka oldu da, bu Nazileri ve
Hitler’i araştırır iken kendimi bir anda Nazilerin UFO’larında, Hitler’in ilahi
güçlerden aldığı yardımlarda ve onların üstün güçlerini araştırmasında buldum?
Nasıl geldim bu noktaya? Sadece birkaç tarihsel film
izleyelim dedik ve kendimi birden bire, Dünya’da yaşayan dış dünyalıinsansıları, gizlenmiş uzaylı üslerini ve İç Dünya’yı araştırır iken buldum. İç
Dünya’da hangi varlıklar yaşıyordu? Türkler sevilmediği için mi, dış dünyalılar
onlarla iletişime geçmiyorlardı? Burada hiç üs bulunmuyor muydu? Dış dünyalılar
ile ilgili de birkaç film izledim önceki filmlerin üzerine. Tatilim güzel ve
keyifli giderken, hemen paralelinde garip bir araştırma da onunla ilerlemekte
idi. Ve bir gece, öyle bir gece ki, yabancıların bir belgeselini ve 51.Bölge’yi izler iken bir anda kapattım hepsini ve düşündüm. Şakayla bile olsa, içimden
“Irkçı Uzaylılar” dedim, çünkü Türkiye’ye çok az geliyorlardı, belki de
Birleşik Devletler ’den buraya kadar kalkıp gelmeleri ve dönmeleri çok fazla
enerji gerektiriyordu ve bu yüzden gelemiyorlardı.
Nasıl yani? Milyonlarca
milden gelmeyi becerir iken, binlerce mil gelmek zor muydu yani? Belkide
yıldızlar arası bir grup it dalaşı filan mı vardı? Bizim bölgemize, yani Orta
Asya’ya gelmiyorlar çünkü buraya başka bir intergalaktik grup mu hakim? O
halde, ben kalkıp gideyim Birleşik Devletlere, belki bakarım orada bir
insanımsı ile tanışırım da, hiç olmazsa galaksiyi keşfe çıkmış olurum bir insan
olarak. İnsanoğlu henüz hazır değil ne yazık ki yabancılar ile el sıkışmaya,
aramızda öncüleri ve insanımsı dostları olsa bile. Çünkü o anda bize gelmekte
olan şey ya da varlık veya nesne, bizden onlarca teknoloji ileride bir şey
olacağı için heyecandan çok, korku yaşayacağız. Sanki bir Star Wars konsepti
varmış gibi, değil mi? Atalarımız da böyle duygular yaşamamış mı yani? Onlarca
mağara resimleri, hiyeroglifler, metinler ve efsaneler, boşuna mı yani? Kim ne
derse desin, ama şunu bilin. Birileri geldi, çok çok geçmişte, ilkel insanlara
gelişmeyi öğrettiler ve o tek sorunun cevabını verdiler. İnsanoğlu, bu eşsiz
evrende asla, ama asla yalnız değildi ve hiç olmadı. Bizi izleyen ve bizi
koruyan ya da gözlemleyen birileri her zaman var olmuştu orada, yıldızların
arasında bir yerlerde ki uzak diyarlarda.
Yıldız Savaşları’nda şöyle bir söz vardır ve benimde çok
hoşuma giden bir sözdür bu. Der ki, “Her şeyi görene kadar; hiçbir şey görmedin”
ve bence, biz insanoğlunun bu evrenin eşsiz büyüklüğünde ve muazzam yapısında
sadece bir toz tanesi olduğumuzu ve henüz görmediğimiz şeylerin var olduğunu
söylemek ister.
Alın size bir örnek, Yıldız Savaşları nasıl başlıyor, “Uzun
zaman önce, uzak çok uzak bir galakside…” diye başlar. Ve düşünün ki sadece
bizim Samanyolu’nun yakınlarında bile komşu olan birkaç galaksi var iken, en
büyük gözümüz Hubble Teleskopu bile gözünü bir dikiyor uzaydaki bir noktaya ve
sonuç, sadece o minik bölgede bile on binlerce ve daha da fazla sayıda
galaksiler bize selam gönderiyorlar. Bunlardan bir tanesinde bile, bu film
serisinde ki gibi, çorba gibi kaynayan bir galaksi bulunamaz mı? Yaşayan
birileri olamaz mı bu galaksilerde? Kısaca birileri var yukarıda bir yerlerde.
Şimdi gelelim atalarımıza ve onların tanrılar olarak kabul
ettikleri varlıklara. Bu arada, ben hala tatilimi yapıyor ve Yaz’ın keyfini
çıkarıyorum, yine paralel olarak filmlere devam ettiğim gibi bu sefer de işin
içine birkaç tane kitap da ekliyorum. Biz diyoruz uzaylılar, yabancılar ya da
başka ne açılımı var ise, atalarımız ise direkt olarak “Tanrılar” dediler. Az
önce dediğim gibi, efsanelere konu olmuş, mitolojilerde yer edinmiş bazı
varlıklar,…geldiler. Herhalde gezegenimiz Dünya, onlar için bir mola yeri olmuş
olmalı idi. Yâda yıllık izinlerini yapmaya uğradıkları bir cennet idi. Son
dediğim daha doğru olabilir, astronotlarımız uzaydan evlerine baktıklarında,
büyüleyici bir güzellik görmediler mi? Çoğunluğu okyanuslarla çevrili ve
yemyeşil toprakları olan bir cennet görmediler mi? Kuzeyinde Aurora’ları ile
parıldayan ışıkları, okyanusları üzerindeki dev fırtınaları ile, üzerinde
(çoklu)yaşam barındırabilen bir cennet görmediler mi?
Dünya, çizgi romanlara, hikâyelere, filmlere, öykülere ve
ilhamlara konu olmuş bir toprak parçası. Efsanelerde adı geçmiş, mitolojide
bile adı geçmiş. Diyorum size, birileri burayı çok sevdi ve geldiler. Tek bir
efsane ile kalamayız. Mısır’ın antik tanrıları ve piramitlerini bildiğimiz
gibi; Mayaların güçlü takvimini ve tapınaklarını bildiğimiz gibi; Hintlilerin
tapınaklarını yada yabancıları anlatan Kumran metinlerini ve Vimana’larını
bildiğimiz gibi; İskandinavların tanrıları ve büyük tanrı Odin’i ve onun oğlu
yıldırım tanrısı Thor ile onun yüce çekici Mjolnir’i bildiğimiz gibi ve Yunanlıların Olympos tanrılarını bildiğimiz gibi; bunların hepsi efsanelerde geçmiş ve
bilinen gerçekler. Eserlere, filmlere, kitaplara konu olmuş olsa da bunlar
tarihler ve çağlar boyunca varlardı.
Bir Marvel karakteri olan Thor’a yada
Loki’ye yada Thor’un çekici Mjolnir değil burada kast ettiğim, gerçekten de
atalardan, eski çağlardaki insanlardan gelmiş bazı gizemi çözülememiş hikayeler
ve öyküler var burada. Hatta bir anime serisi bile buldum, bu efsanelerden
birinden esinlenerek yapılmış olan. Türkçesi, Aman Tanrıçam olan “Ahh MyGoddess!!” isimli bir anime de üç tanrıçanın Dünya’daki yaşadıkları anlatılır. Bakmayın
aslında tam bir komedidir serinin kendisi, ama mitolojinin kendisinde öyle
değildir. Bu üç tanrıça, kardeşlerdir ve her biri bir zamanı simgeler. En büyüğü Urd, geçmişi simgeler, Verdandi bugünü ve en küçük kardeş Skuld ise
geleceği simgeler ve bu üç zamanda birbirine bağlıdır.
Görüldüğü gibi, Naziler Uzaylılar ve sonunda Tanrılar ile
yıllık iznim bitmenin eşiğine geldi. Deniz, kum ve güneş ile vakit geçirip,
birkaç tane seksi bayanın kalbini çalmam varken bunlara zaman ayırmak istedim. Birkaç
bayanın kalbini çalıp da ardından seks yapıp da ne geçecekti elime sanki? Denizde
her zaman yüzebilirim, çok şükür ki Güneş’i her günün sabahında ufukta
yükselirken görüyorum, kum deseniz, nadir de olsa görülebilen ve dokunulabilen
bir materyal olarak benimserim. Seks ise, hadi o karmaşık bir mesele, ama imkânsız
değil, yani korkmaya gerek yok, onunda nasıl yapılacağını anlatan kullanım
kılavuzları var.
Ve sonunda, insanoğlu varlığını sürdürmeye devam ediyor. Her
gün, Güneş bir sabah demek için yükseliyor ve akşam olmak için batıyor ve
insan, en yakın ortağı, zaman ile birlikte geleceğe doğru yolculuk yapıyor. Kendi
uzay gemimiz Dünya’nın yolcuları olarak, hayatımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Tanrılarımız
olmadan nasıl yaşarız biz, dışarıdan yardıma gelmiş olan insanımsı arkadaşlar
ve uzaylı dostlar olmadan biz nasıl yaşarız? Onlara göre de biz uzaylıyız, bunu
unutmamalıyız. Belki bize bir nedenden ötürü ihtiyaçları var olabilir. Belki
yeni bir galaktik örgüt kuruluyor olabilir ve bunun içinde de en cesur ve
kendinden emin olan ırk olarak biz insanlar olacağızdır. Az evvel bir söz
söylemiştim yukarı da, “Her şeyi görene kadar; hiçbir şey görmedin” diye, hani
Star Wars’dan alıntı olan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder