2 Mart 2016 Çarşamba

Türk Filmleri vs Yabancı Filmler

Çok iyi gelen kısa bir süre tatil den sonra, yeniden blog sayfama dönüş yapıyorum.Ve yine bu Mart ayının başlaması ile, yepyeni sinema filmlerinin gelmesi ile başlıyorum.
Evet, Mart ayı gelmiş iken, daha ilk haftadan birkaç adet güzel film geliyor.
Bunlardan gözüme ilk çarpanlar, 5. Dalga ve Zootopia oldu.Tabii araya serpiştirilmiş birkaç adet türk yapımı filmleri de katalım.
Gelgelim ki, türk filmleri ile aram pek iyi değil.Benim detaylı gözle dikkat ettiğim kriterlerde, ilk sorun filmlerin isimlerinden geliyor.
Ben de bir Türk olmama rağmen, filmlerin isimlerini yok, çözemiyorum, anlamıyorum.
Ek olarak da, diğer filmler de komedi, sahnesel olarak ön plana resmedilir iken, bizim filmlerde ya küfür yada normal-sıradan espriler ile dolduruyorlar.
Kısacası listemi yaptım ve gideceğim filmleri seçtim.Mart’ın ilk Cuma’sı öncelikle Zootopia filmine gideceğim.

Daha sonrasında da, 5. Dalga ve Mısır Tanrıları filmlerine gitmeyi düşünüyorum.

Blogspot mu yoksa Wordpress'mi ? Seçim Çok Zor

Geçen gün, telefonumda şöyle bir dolaşır iken, Android üzerinden bir reklam geldi.
Wordpress, kullanmamı ve yeniliklerinden faydalanmamı istiyor.Dedim ki, olsun yükleyelim.Yükledim de, ama Blogspot kadar karmaşık değil, tam aksine sade bir kullanıcı arayüzü var.
Deneme bazlı olarak bir, başlangıç yazısı yazıp gönderim dedim.
Şimdi düşünmedim de diyemem, acaba Blogspot sisteminden direkt olarak artık Wordpress altyapısına geçiş yapsam mı?Peki okuyucular ne olacak?Yayın içeriği ne olacak?
Belki de burada kalmaya devam ederim.

2 Aralık 2015 Çarşamba

Gökyüzündeki Mini HD Gözler

    Geçenlerde, haberlerde gördüğüm bir başlık üzerine bu yazıyı yazmak istedim.
    İstanbul’un merkezlerinden birinde, Cevizlibağ’da bir kız yurdunda, yurdun balkonunun önünde bir araç uçuyormuş, sanırım bir -mini- UFO sanmışlar, ama sonra bakmışlar ki, bu bir Drone imiş.
    Evet, teknolojinin yeni oyuncaklarından biri olan Drone cihazları, artık sivil olarak da mağazalarda bulunuyor.D&R gibi pek çok mağazada mevcut olan bu ürün, ucuzdan pahalısına, HD’den Ultra HD’ye kadar seçenekleri ile her kesime etki edebiliyor sanırım.

    Ve bizim insanımız için mükemmel bir gözlem, yada röntgen aracı olarak kullanılmaya başlanmış, bu Cevizlibağ Kız Yurdu’nda.Gerçektende mükemmel bir vücut izlemek için, dürbün, uçan kamera yada teleskop almayı bu kadar göze alabilir miyiz?
    Birkaç bina ileride oturan bir bayanı, sırf tanrının hediye ettiği güzelim vücudunu izlemem için neden bir Drone almam gerekir ki?Yada şöyle sormalıyım, bir bayan görmek için, neden bin yada iki üç bin lira verip de bu oyuncaktan almalıyım?O para ile bir etkinliğe katılıp, orada insanlarla(elbette bayanlarla da) tanışmış olmayacak mıyım?
    Evet şu konuda hemfikirim, milletçe açlığımız var, cinselliğe ve sekse, çünkü Dünya’nın öyle berbat bir konumunda bulunuyoruz ki, sırf insanlığın temel ihtiyacından biri olan bir deneyimi öğrenmeyi bile beceremiyoruz, diğer herşeyi becerebilir iken.Becermekten kastım ise, ciddi olarak bir şeyler başarabilme algımız olarak görünmeli, çünkü sonuç olarak, zayıf yada çaresiz bir ülke değiliz.Güzel bir toprak parçasında, güzel bir iklim bölgesinde yaşıyoruz.Bunu değerlendirmemiz gerekir iken, ne yazık ki elimizden kaçırıyoruz.
    İnsanlar neden cinselliğe açlar, neden seks bu kadar çok arzu ediliyor?
    Çünkü istek içerisindeler, sadece keyfine bir drone ile bir kızın odasını gözetlemek ne verebilir ki bir erkeğe?Ancak, ya duştan çıkmış havlu sarılı bir kız görür yada vücudunun belli kesimi görünmekte olan bir kız görür, tabii daha fazlasını da görebilirse, teknolojiye dua eder.Ama onu görünce, arzu ettiğini görünce, eline ne geçecek ki?
    Onu elde etmek yerine, kendini bayanlara sevdirse daha iyi olmaz mı?Kadınların aradığı şey bu değil mi?Güvenmek istiyorlar, çünkü bu gibi durumlarda özel alanları saldırıya uğruyor ve onlarda bunu istemiyorlar.
   

    Hergün görüyorum şehir taşıma sistemlerinde, onlarca güzel bayanı ; ve onları büyük bir istekle yada beğeni ile izleyen gözleri de.Bizim ülkemizde, ilişkiyi, seksi ve cinselliği ciddi olarak kitabına uygun bilen ve bunu uygulayabilen birey, işte o zaman asıl deneyimi yaşamış olur.Ki, bu sayının da, tahminen ortalarda seyrettiğini düşünüyorum, belki yanılıyor da olabilirim.
    Yinede bu beni, gidip bir mağazadan, sırf kızları gözetlemek için bir drone almaya götürmemeli.Benim arkadaşımın da drone cihazı var ve o bunu tamamen eğlence amaçlı kullanıyor, arkadaşları ile toplandığı zaman.
    Eğer bu teknolojiyi illa kullanacak iseniz, şunu kitabına uygun kullanın, eğlence amaçlı kullanın.Gidip de kızlar yurdunu kameraya çekmek, kitabına uygun bir deneyim değildir.Zaten bizim ülkemizde yakın zamanda bu drone modası da sekteye uğrayabilir, orası gözetlenir, burası gözetlenir derken, rahatsız olacak insan çok olacaktır ve yeni bir yasa bile çıkabilir bununla ilgili.

    Bugün kız yurdu eğer drone ile kameraya çekildi ise, sıcak günler gelip çattığında, sahillerde de gökte süzülen kuşlar yerine, farklı çeşit ve modelde uçan drone cihazları görebiliriz.Hiç şaşırmayın derim.

Yıldız Savaşları ve onun Yıldız Savaşçıları

    Uzun olmayan bir zaman önce ve bize ne kadar uzak olduğu bilinmeyen aktif bir galakside…
    Adı George Lucas isminde bir genç, bulunduğu galaksinin capcanlı bir yer olduğunu fark edince büyük bir keşfe çıkmış, bütün galaksiyi bir köşesinden diğer köşesine kadar gezmiş durmuş, en güvenli ticaret rotalarından tutun da, galaksinin dış halkasındaki bilinmeyen gezegenlerde, iç kısımdaki “Çekirdek Gezegenler” olan merkezi gezegenlere kadar dolaşmış durmuş.Bu arada sayısız karakterler ile tanışmış, yüzlerce farklı mekan ve diyar görmüş, irili ufaklı yüzlerce araca-gemiye inmiş binmiş, ve sonunda galaksinin sakin bir köşesindeki mavi bir gezegende yolculuğunu tamamlayıp tüm bu keşfini başlamış anlatmaya, yada kurgulama, veya da filme almaya.
    Bir de bakmış ki bütün galaksi keşfi, “Skywalker” isimli bir ailenin çevresinde, “Force” diye bilinen ve galaksiyi ve tüm canlılarını birbirine bağlayan mistik gücü ve her bir köşesinde süren savaşlardan ibaret olduğunu görmüş.Düşünmüş ve düşünmüş, nihayet yaratacağı esere koyacağı ismi bulmuş: Yıldız Savaşları.
    Öyle bir kurgu yapmış ki, önce hikayenin ortasındaki üç bölümü tanıtmış ve büyük başarı sağlamış, ilerleyen zamanlarda hikayenin öncesini anlatan ilk üç bölümü tanıtmış ve ondada bir başarı sağlamış, ne zaman ki herkes bu hikaye burada bitti derken hikayenin devamını anlatan son üç bölümü tanıtacağını duyurmuş.Bak sen şu işe demek de bize düşmüş.

    Evet, son üçlemenin ilk filmi bu ay başlıyor.Daha şimdiden biletleri satıldı, koltukları kapıldı ve randevuları alındı.Büyük hayranları ilkten hepsini yaptı.
    Yıldız Savaşları serisi ile büyüyen kaç -milyon- insan vardır acaba?İlk gösterime girdiği zamanlarda nasıl bir başarı sağlamış ki, bugün bile herkes, bu seri, bu efsane eser olmadan sanki hayatını yaşamıyor gibi.Gerek müziği ile, gerek kurgusu ile, gerek karakterleri ile, gerekse evreni ile bütün insanların beyinlerine girmiş bir eser bu ve bizimle birlikte yaşıyor.
    Bazı eserler gerçekten birer klasik olur ya hani, işte bu film serisi de böyle bir klasik.Aradan geçen o kadar yıllara rağmen, hâlen izleyicisi, oyunlarının yeteneklisi mevcut.
    Ah evet, daha yeni filmi gelmeden, bu evreni konu edinen yeni bir oyunu bile geldi ve daha dün, gittiğim bir mağazada oyunu alıp, hemen o evrene dalan, oyuna kendini deli gibi kaptırmış insanlar olduğunu öğrendim.Tabii oyun, görsel olarak kalitenin ötesinde olduğu için, bende oyunu oynamak istiyorum.
    Tabii ki, herkes Yıldız Savaşları’nı sevecek değil, buna da saygı duymak lazım.Kendim olarak, bu eserin olduğu bir zaman diliminde yaşıyor olmaktan sevinç duyuyorum, ve şimdi yeni bir film ile bizleri yine kendi evrenine çekecek olmasını da heyecanla bekliyorum.
    Burası Yıldız Savaşları evreni, ve onu seven bizler de onun Yıldız Savaşçılarıyız.

    Yeni film, teknik olarak tüm sinema salonlarında gösterilecek tabii ki, ancak size tavsiyem, bu filmi IMAX formatında izlemeniz olur.Çok detaylı ve çok büyük bir ekranda bu filmi izlemek, bence muhteşem olacak.

Yaratıcı Yaratılandan Soğur mu?


    Şu geçtiğimiz birkaç ay içerisinde tanrıya olan inancımızda bir azalma olmuş olma ihtimali sizce var mı?
    Şimdi, Tanrı evreni yarattı, tanrı insanı da yarattı, tanrı kitapları da yarattı ve dört adet kitabı insan gönderdi, sonra üçü kırıldı ve dördüncü son kitap ile insanı teste tuttu.
    Acaba insanlık o testi de başarı ile geçebildi mi?Yoksa geçemedi mi? Tanrı yada yaratıcı için dünya üzerinde onlarca hatta yüzlerce tapınma alanları ve yapılar var ve her biri bir mimari yapıt.Birde Tanrının şahsen yaratmış olduğu doğal Dünya güzellikleri var ki onlar için bile tapılır.
    Peki insanlık, kendi çizgisinin dışına mı çıktı?Son birkaç aydır, Tanrı kendisi Dünya’dan uzaklaştırmış olabilir mi?
    Mesela kendisi için bu yeryüzünde ki en önemli ve değerli bölge/alan olan Kâbe’yi ön plana koyalım, geçenlerde insanlar ibadet ederken, Tanrı’ya yakın olmak ister iken, sözde genişletme çalışmaları için koyulan birkaç adet vinçten bir tanesi yüzlerce insanın üzerine devrildi.İster vinç hatası, ister insan hatası, isterse de Tanrı hatası desinler, fark etmez.Dünya’da belki de üzerine bir taş bile düşmemesi gereken önemli bir yapıya, aptal saçma bir inşaat vincinin çökmesi, söyleyecek kelime bulamam.


    Şöyle düşünüyorum, eğer Tanrı olsaydım, -ki hiçbir zaman olamam ve olamayız da çünkü bu çok büyük bir güç ve büyük bir sorumluluk- değerli gördüğüm varlıklarımdan olan insanoğlu’na karşı artık şüpheli yaklaşırdım yada umudumu kesebilirdim.Çünkü ona yapılmış, ona saygı için sunulmış bir yapı var ortada, ancak çevresi felaket derecesinde bitmiş.Yüksek birkaç otel, ultra lüks pahalılıkta Kâbe’ye bakan otel odaları, ve yapının kendisinde ki büyük ve hâlen genişlemekte olan ibadet alanları ile çevre bölgesi o ihtişamı artık aratmıyor.
    O otel odasında kalan insan, yerden yarım kilometre yada çeyrek kilometre yukarıda Kâbe’ye karşı ibadet mi edecek yada duş mu edecek?Ben bunun açıklamasını yapamıyorum ve sanırım yapamayacam da.

    Sadece vinç faciası olsa neyse, üstüne birde şeytan taşlama saçmalığında binden fazla insan öldü, tabii ek olarak ülkeye Müslüman olmayanların girmesi de yasak, ama binden fazla kişi öldü.
Yahu bu kadar insanın bence içine zaten şeytan çoktan girmiş, şeytan taşlama, neden taşlayacaklar ki, unutun, düşünmeyin şeytanı, gidin hergün Kâbe’yi görüp hergün dua etseniz, zaten Şeytan yeterince zayıflamış olmayacak mı?Nedir bu iblisi taşlama, alın işte taşlama yapalım derken ezildiler.İnsanın buna söyleyecek bir sözü olmalı, ama söyleyecek sözüm de yok.
    Kâbe’ye gitmek, hacca gitmek, orayı görmek bile Tanrı katında büyük sevap filan diyorlardı ya hani, kişisel olarak söyleyebilirim ki, artık işe yarayacağını sanmıyorum.Nedenlerini de ekranda görebiliyoruz, alın size detaylar,…

    Birincisi, Kâbe’yi ve çevresi artık ibadet olmaktan çıkıp sanki kocaman bir ilahi AVM’ye rezidansa dönmüş gibi duruyor, Tanrı’ya yakın olmak için mi gidiyorum yoksa Tanrı için alışveriş yapmaya mı gidiyorum? İkincisi, Müslüman olmayıp, başka dinden biri olup da orayı görseydim, herhalde Las Vegas’a benzetirdim, çünkü vinçler ve inşaat platformları ve şantiyeler ile Kâbe çevresi muhteşemliğini yitirmiş, görkemi elden gitmiş, kocaman bir şantiye sahasına düşmüş gibi görünüyor ve bir tanesi de zaten avlunun üzerine yıkılıyor. Üçüncüsü, ilk maddeye ek olabilir, ibadet etmeyi, Tanrı’ya yaklaşmayı, onun gönderdiği dini, artık din olmaktan çıkarmış olmaları, sanki ucuz bir reklam imiş gibi sunmaları; işte burada ben Tanrı olsaydım insanoğlu ile ilişkimi keser ve evrendeki diğer yarattığım varlıklar ile ilgilenmeye başlardım.
    Ve dördüncüsü, her sene hacca gidişlerde hep ölüm haberleri geliyor, ya şeytan taşlamada ya izdihamda yada başka bir olayda her sene bu hadise tekrarlanıyor.Eğer ki bu, her sene oluyorsa, ben burada sorunu biraz da insanda da aramak isterim.Son kitap arapça geldi, bu ülkenin, yani Kâbe’nin bulunduğu ülkenin bu her hacda olan olaylara karşı böyle boş bir gözle bakmasına ben anlam veremiyorum, ya cahiller ki hiçbir şey yapmak istemiyorlar, ya çaresizler yapacak çözüm bulamıyorlar, yada korkuyorlar Tanrı tarafından cezalandırılacaklar diye,…ve seçenekler uzadıkça uzar.
    Yine bize kalan, her hacda “falanda filanda…” gibisinden haberleri izlemek olur, ancak şunda eminim, yukarıya baktığımız zaman kocaman, ölçülemez derecede büyük bir evren/kainat ile karşı karşıyayız, ve bunu da, Tanrı’nın bizi yarattığı gibi yarattığını düşünüyoruz, ve sadece bizim için yarattığını düşünüyoruz.Peki bizim için yarattı, ama biz fazla şımardık, fazla ileri gittik, ona tapalım ve dua edip ona ibadet edelim der iken, fazlaca abarttık ve olan oldu işte.

Tanrı insanoğlu’ndan elini çekti bence.

24 Ekim 2015 Cumartesi

21 Ekim 2015





    Bu hafta bitmeden bunu yazmak istiyordum, neyse ki yazacak zaman bulabildim.Evet tarih Ekim ayının sonları ve geçtiğim birkaç gün önce, yani 21 Ekim’de, beklediğim o zaman geldi çattı, tabii sonra da gitti.Fantastik olarak çılgın doktor Brown ve (zaman) arkadaşı Marty Mcfly 1985 yılından, o güne, yani 21 Ekim 2015’e gelmişledi.

    Hemde ne geliş idi, havada uçarak geldiler, meteoroloji posta sisteminden daha iyi diyorlardı, gerçekten de öyle idi.Ve en büyük mucize de havada uçan kaykaylar vardı, arabalara ek olarak.
    Sıradışı giyimler ve akıllı ceketler ile gelecek tam bir gelecek konseptinde idi, ve bütün bunların hepsi yaklaşık otuz yıl önce bizlere gösterilmişti.

    Peki onca yıl önce, gösterilen bu zaman diliminde, yani 21 Ekim’e geldiklerinde bizim geleceğimiz ne durumda idi, bir kere filmde göremesek de, dijital çağdayız ve hepimizin elinde bir tablet ve cep telefonu var.Uçan aracımız yada kaykayımız henüz yok, aslında konsept olarak var ama “Geleceğe Dönüş” konseptinde ki geleceğe göre daha çok yolumuz var.Giyim deseniz belki ucu ucuna yakalamış olabiliriz.Üzerimize enjekte edilmiş eklemeler, dövme yada aksesuar olarak saymaz isek, sanırım o da yok.Yani daha hızlı hareket etmemizi yada daha performanslı olmamızı artıracak ek biyonik cihazlar henüz oramızda buramızda yok.

    Belki pek çok kişi, bu tarihi ısrarla görmek isteyen insanlardan olmayabilir, saygı duyarım, ben görmeyi çok istedim, ne kadar ajanda ve alarmım var ise hepsini ayarlamıştım bir ay öncesinden ve o gün geldi çattı, saygı duruşunda dururmuş gibi film raflarımdan “Bölüm-2”’yi çıkardım ve başladım izlemeye, mavi-ray olarak en yüksek kalitede.

    Ve onca yıldan sonra yeniden bu film klasiği izlemek ayrı bir keyif, bazen istemiyor da değilim, bu filmi de diğer pek çok film gibi “Yeniden Çekim” olarak sinemalara ve yeni jenerasyona gelmesi için, ama bazı “yeniden çekim” filmler eskisinin tadını veremediği gibi bunda da aynı etki olur mu diye soramadan edemiyorum.Çünkü orjinalin etkisi o kadar yüksek ki, yeni çekimi olacak olsa ondaki özel efektlerin orijinal olandaki hiç yakalayamayacağını düşünüyorum.

    Sanırım, bu film şimdilik olduğu gibi klasik olarak kalsın ve saygıyla ve hatırlandıkça yeniden izlensin.

    Geleçeğe dönmemize gerek yok, çünkü biz zaten ordayız.

14 Eylül 2015 Pazartesi

Sinemanın Son 20 Yılda Batan Gemileri



    Sinema sektörü ne kadar büyük bir sektör öyle değil mi?Dizisinden, kitabına, çizgi romanından, duşta bir anda gelen ilhamlık fikrine kadar hemen hemen her türlü kurgusu ile hayatımıza giren sinema filmleri ile yaşadığımız Dünya adêta şekilleniyor, renkleniyor ve gelişiyor.Peki bu filmlerin hepsi başarı gösteriyor mu?Bir kısmı evet, bir kısmı belki, bir kısmı hayır(ne yazık ki).Dünya çapında başarıyla saygı gören 11 Oskar rekorunu üçleyen o muhteşem üç filmi izlemek de var, başarılı olamayıp reytinglerden tokatlar yemiş kalitesiz filmleri izlemek de var.
    Geçenlerde eski bir film izlemek istedim ve arşivimi kurcaladım şöyle bir.Aşağıda yazacağım filmlerden biri bu.Film sona erdikten sonra, dijital ansiklopedimiz Wikipedia üzerinden arattığımda filmin aslında hiç başarı gösterememiş olduğunu gördüm ve bulunduğu listedeki birkaç eski-yeni filmleri de merak ederek izleyim dedim.Bu filmler gerçek anlamda birer hayal kırıklığı ve rezillik örnekleri olarak görünüyor sinema dünyasının gözünde.Öyleki, bir kısmına harcanan bütçeye ekrandaki başarısı yetişememiş bile.Şimdi filmlerimizi bir gözden geçirelim.

Super Mario Kardeşler
Asker
Kızıl Gezegen
Lolita
Final Fantasy:The Spirit Within
Battlefield Earth
Pluto Nash’in Maceraları
Waterworld
Poseidon(2006)
Stealth
Titan A.E.

    Şimdi hepsine şöyle kısadan bir bakalım bu filmlerde neyi beğenmemişler?Merak etmeyin çok çok uzun bir yazı yazmayacağım.
    Oyun dünyasının en tanınmış karakteri Mario ile 1993 yılında, kardeşi Luigi ile birlikte muslukçu rolünde beyazperdede gördük ve film iki kardeşin de Daisy’i-ki sonradan öğreneceğiz ki kendisi bir prenses- ve kaçırılan diğer genç kadınları kurtarmak üzere kazara Kral Koopa’nın boyutuna gitmelerinin macerasını izledik.Kimi eleştirmenler filmi, oyunu ile bağdaşmadığı için duvardan duvara vurdular.Ben filmi çok beğendim, tamam oyunu yansıtmıyor olabilir ama Dennis Hopper ve Bob Hoskins gibi iki büyük oyuncu filmi o kadar neşeye sokuyor ki, kimi sahnelerde hâla gülebilirim.Eskilerden komedi arıyorsanız, izlemenizi tavsiye ederim.
    Uzak bir gelecekte geçen bir askerin hikayesi ve başrolde Kurt Russel abimiz var.Filmde bir aksiyon var gibi desem de, aslen hiçbir şey yok.Ana karakterin zaten iki sayfalık konuşma metini bile vasat.Ancak biraz dürtmeyle film sonlara doğru yine garip bir aksiyon ile çoşuyor.Bu filmde tek beğendiğim içeriğindeki birkaç müzik, onun dışında film pek hakkını veremiyor.Yinede izlenebilir.
    Uzak olmayan bir gelecekte, Dünya her zamanki gibi yok olmak üzere ve insanlar onu kurtarmak için komşu Mars’a yosun gönderirler ki oksijen üretsin.Bir bakarlar ki oksijen düşüyor, yumurta g.te dayanıyor, hemen bir inceleme ekibi gönderirler yanlarında minik bir robotcuk ile birlikte sonrada o robot başlarına bela olur ve tüm erkek tayfadan geriye biri kalır o da kozmos şansı ile gezegenden kurtulur.Başrolde Val Kilmer’ın olduğu Kızıl Gezegen’i her ne kadar beğenmiş olsam da film sektöründe tam bir yüz karası oldu.Çünkü 80 milyon  dolar ile çekilen film sıka sıka 33 milyon dolar başarı yakaladı.Zararı kime düştü bilemem, ama sırf bilim-kurgu izleyim diye izlenebilir ve burada da yine müziğinin arkasındaki muhteşem ses ve isim Emma Shapplin var.
    Bu film aslında sinemaya ikinci uyarlamadır, ilkini 1962 yılında Stanley Kubrick tarafından sinemayla tanışan Lolita, yazarı VladimirNabokov’un romanına birebir sadık kalmıştır, ancak bu 1997 yapımı ikinci uyarlama, karşı konulamaz bir cazibeden doğan yasak aşk için ödenecek bedeli en saf haliyle anlattığı için hemen sansürlenir.Genç bir kızla, orta yaşlı bir insanın aşkını anlatan film Fransa-ABD ortak yapımı olmasına rağmen, ABD’de hiçbir dağıtıcı firma filmi gösterime sunmadığı için film ilk olarak Avrupa sinemalarında-ve ülkemizde- gösterime girmiştir.Sinemasına gidemedim, ama VCD’de izledim ve ergenlik yıllarının verdiği aşırı enerji ile ben bile karşı koyamadım filmdeki o zaman 17 yaşında olan Dominique Swain’a.Tabii şimdi izlediğimde filmi, aynı etki yok üstümde.Film sizi cazibe ile ekrana kitleyecek, yinede büyük sürpriz beklemeyin.
    Yine uzak olmayan bir gelecekte, güzeller güzeli doktor Aki Ross, uzaydan gelen ve adına Fantom denilen gizemli ve ölümcül ırkın insanoğlunu yok etmesini önlemekle görevlidir ve bu nedenle Dünya’nın pek çok köşesinden kendi deyimi ile ruhlar toplamaktadır ve toplam 8 ruh ile bu işi kökten halledecektir.Film adını, Final Fantasy oyunundan alsada, oyun ile yakından uzaktan alakası olmadığı gibi, hikayenin karakterle olan bağlantısının zayıf oluşu, filmi ticari bir başarızlık olarak gösterse de bu filmde Dünya’da bir ilk uygulanmıştır.İlk kez bir sanal bayan karakter magazin kapaklarını süslemiştir büyüleyici güzelliği ile.Doktor Aki Ross’un detayları o kadar belirgin ki, onun sanal bir kadın olduğuna insan ilk başta inanmak istemez sanırım, zaten filmde sadece Aki’nin neredeyse vücudundaki her kılı detaylı olarak “Render Çiftlikleri” olan tasarım departmanlarında hayat bulmuştur.Bence sırf Aki’nin güzelliği için bile ikinci kez izlenebilir bu film.
    Yazar L. Ron Hubbard’ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanmış bir filmdir.2000 yılının Mayıs ayında beyazperdeye gelen film büyük bir rezalet olarak damga vurmuştur ve bunda en büyük etken, romanın filme tamamen yansımamasından tutun da karakter ve senaryo ilerleyişini de ekleyin.3000 yılında insanoğlu köle olmuştur, Psychlos adındaki ırk tarafından.Bu ırk Dünya’da yaşayabilmek için büyük bir yapı inşa ederler ve insanları radyoaktif bölgelerde altın kazmaları için köleleştirirler.Sonrada bir grup köle yerin derinliklerinde terk edilmiş bir Amerikan Üssü bulurlar tam donanımlı.Uçağından,yakıtına,cephanesinden, nükleer bombasına kadar her şeyi kullanan insanoğlu yabancı ırkı sonunda hem gezegenden kovarlar hemde yabancıların kendi gezegenlerini nükleer bomba ile yok ederler.Film, neredeyse “En Rezil…” ödüllerinin hepsini kazanmıştır ve filmin içinde özellikle yaratıkları gösteren kamera açıları çok çocukca kalmıştır.Aksiyon yönünden bakıldığında film harika gibi görünse de, filmin ilerleyişi son derece soğuktur.Ben izlerken bu etkiye girdim.İzlemek istiyorsanız, ya John Travolta hayranlığı için izleyin yada sondaki birkaç sıcak aksiyon için izleyin.
    Açıkcası bu filmden hiçbir şey anlamadığımı açıkca söylemek isterim.Pluto Nash ismindeki karakterimiz, artık “Küçük Amerika” olarak bilinen Ay’da bir gece kulübü satın alır ancak bir önceki sahibi bilinmeyen bir nedenle ölünce bunu çözmek Pluto’ya kalır ve yol boyunca pek çok garip karakterlerle tanışır.Filmin sonuna kadar giden bu komedi-aksiyon süreci, kahramanların Pluto-Club’da zafer kutlamaları yapmaları ile son bulur.Sırf komedi var ve gülme ihtiyacı hissediyorsanız, izleyin.
    2500 yılında geçtiği tahmin edilen film bir anti kahraman olan denizcinin çevresinde dönmektedir ve bir kısım insanlar efsane olmuş olan toprak diyarın hâlen var olduğuna inanırlar.Ve bunun cevabı Enola isminde genç bir kızın dövmesinde bulunur.Hem deniz haydutları hemde kızın yaşadığı bölgedeki bir grup insan, bu anti kahramanın muazzam gemisi ile birlikte uçsuz bucaksız denize açılırlar ve filmin sonunda efsane olan diyarı bulurlar.Bu arada, öğrenirler ki, anti kahraman olan denizci, gerçekte bir mutantdır, pelteli ayakları ve solungaçları sayesinde suyun altında rahatlıkla nefes alabilmektedir.Bu durum daha baştan diğer insanları korkutur, çünkü insanoğlunun bu yeni evrim basamağını kabul etmek istemezler.Waterworld filmi, başarılı bir film sayılsa da zamanın iyi reklam yapmadığı için başarı getirememiş bir film olmuştur, ancak film güzeldir.Sırf o masmavi denizin HD formatta verdiği hazzı bile tadabilirsiniz.Sırf bu filmi baz alarak tasarımcılar Universal Studios Park'ındaWaterworld” temalı aksiyon platformları bile hazırladılar.Şu anda halen varmı bilmiyorum, ama film güzel.
Poseidon(2006):





Seksi Şarkıcı Stacy Ferguson(Fergie)

    Denizlerin tanrısı olan Poseidon’un ismini alan muhteşem bir yolcu gemisi(Cruise Ship) yılbaşını kutlamak için denize açılır ve eğlencenin tam ortasında, sanki aynı isimli tanrının tokadını yermiş gibi, büyük bir dalga ile alabora olur gemi.Yolcuların ve tayfaların çoğu, geminin tam kalbindeki büyük yemek salonundadırlar ve geminin güvende olacağı düşüncesi ile orada kalırlar ancak bir grup yolcu buna ikna olmaz ve oradan uzaklaşırlar, geminin kıç tarafına ulaşmaya çalışırlar ve kısa süre sonra yemek salonundaki camların basınç yüzünden parçalanıp salonun sulara kapılması ile ordaki tüm insanlar ölür.Geminin dip kısmına doğru olan yolculuk zorludur, yinede sağ kalan grup pruva pervanelerinden birini patlatmayı başarır ve dışarı çıkarlar ve gemi o anda tüm gövde ile batar.Poseidon filmi eleştirmenler tarafından, yeniden çekilmiş en kötü film olarak değerlendirildi.Karşılaştırma yapacak olursak, ilkfilm ile şimdikinde büyük görsel efekt farkı var, zaten izleyiciyi de etkileyen o olacaktır.Her iki filmi de izledim, ikisi de güzel.Filmi, korku filmi diye beklemeyin, tam dozda bir hayatta kalma savaşı veren bir film.Ama, benim üniversite zamanındaki sapık-azgın(kadın görmemiş) arkadaşımın, seksi şarkıcı Fergie’nin yalnızca birkaç saniyecik kareleri var ve o muhteşem vücudunu tekrar tekrar görmek için filmi geriye saran biri ile sakın izlemeyin filmi.Gerekirse kız arkadaşınızla birlikte izleyin ve mümkünse akşam izleyin çünkü film çok karanlık.
    Bu şimdiye kadar izlediğim, gerçi sadece bir kere izlediğim ve ondan sonra rastladıysam sadece televizyonda birkaç sahnesine rastladığım bir filmdi ve hep öylece kalacaktırda.Ordu kendine muazzam bir silah hazırlamıştır.Bir yapay zeka-ismi EDI- kontrolünde sesten hızlı uçak ve bu uçağı en elit üç pilotun kontrolündeki birliğe teslim eden kumandan yüzünden yapay zeka ile kedi-fare oyunu oynayan baş pilotun macerası sürer, hemde sürer de sürer film boyunca.Birazcık ortamı duygusallaştırması içinde filme dişi karakter olarak Jessica Biel de eklenmiştir.Dişi kahramanımız Kuzey Kore topraklarına düşünce baş pilot ile EDI onu kurtarmak üzere harekete geçerler ve film sonuna doğru EDI kendini feda eder, ancak film sonu sahnesinde görürüz ki EDI’nin fonksiyonları hala aktifmiş gibidir, yani kesin bilemeyiz ne olacağını.Birkaç it dalaşı gibi aksiyon sahnelerini saymazsak filmde çok da bir artı yok diyebilirim.
Titan A. E.:



Titan Projesi










    İnsanlık 3028 yılında ileri derecede teknolojik atılım ile uzayda seyahat edebilecek ve diğer ırklarla temas kurabilecek kadar gelişmiştir.Ancak ileri derece deneysel araştırma olan (Proje Titan) gelişimi, saf enerjiden oluşmuş olan Drej ırkını rahatsız eder ve Dünya’ya saldırıya geçerler.İnsanoğlunun büyük yüzdesi kaçmayı başarır ama Drej ırkı, Dünya’yı sinema tarihinde görülen en kendine has bir yokoluş sahnesi ile havaya uçururlar.Titan Projesi, Dünya yok olmadan hemen önce hiperuzaya kaçarak kurtulur ve tasarımcısı Sam Tucker Titan’ı çalıştıracak olan şeyi oğluna bırakır.Aradan geçen yıllarda oğlu Cale büyür ve bakıcısı ile sürüklenen bir kolonide yaşamaya çalışır.İnsanlık, evi olmadığı için artık değersiz bir ırk vazifesi görür.Profesörün yardımcısı Korso, Cale’i bulur ve Titan’ı bulup insanlığı kurtarmak için onuda yanında götürür ve Titan’a ulaşana kadar hem Korso hemde Drej ırkı Cale’in peşinde olur.Bu macera sırasında, Cale Akima isminde bir kızla tanışır ve Titan’ı birlikte bulurlar.Titan, aslında dev bir gemidir ve gezegen oluşturabilecek derecede muazzam bir gücü vardır,ancak boşalmıştır kaçışı sırasında.Cale, saf enerji olan Drej ırkının enerjisini Titan üzerinde kullanır ve geminin reaktörünü tam kapasite çalıştırır, bunun sonucunda geminin gizli olduğu bölge olan buz alanı bir anda hareketlenir ve yepyeni bir gezegen yakınında ki yıldızın ışığı ile ilk günışığını alır, bunu duyan diğer sürüklenen koloniler rotalarını yeni dünyaya diğer adıyla Gezegen Bob’a çevirirler.Film o kadar başarısız görülmüştür ki, yapımcı Fox Animation Stüdyosu bile filmden hemen sonra kapanır.Film aslında animasyon ve el çizimi tekniğinin bir karışımı ve esin kaynağıda Uzay Yolu’nun ikinci filmindeki gezegen yaratabilecek teknolojisi olan “Genesis Device” isimli cihazdır.Aslında film güzel, hele ki daha baştaki Titan’ın kaçışı ile Dünya’nın yabancı ırk tarafından yok ediliş sahnesi filmin -tek- başyapıtı diyebilirim size.Özellikle pek çok yok ediliş sahnelerini geride bırakan başlangıç sahnesi için bile aylarca yapılmış bir araştırma söz konusu.Sevgili ile yada arkadaşlarla izlenebilir bir film mi bilemem, ama animasyon-bilim kurgu seviyorsanız izleyebilirsiniz.


    Bu  saydığım filmler dışında Wikipedia’nın hazırlamış olduğu listede daha çok film var.Ben içlerinden en ilginç olanlarını buldum izledim ve sizlere anlatıyorum.
    Herkese iyi Seyirler.